BEBEĞİMİ AL, BENİ YAŞAT DOKTOR…
Bir Pazar sabahı, elinde kahvesi, gazete okuyordu doktor. Bir haber yüzünü allak bullak etti; bir fotoğraf, gözaltları morarmış, kırışmış, kararmış bir yüz, sanki bir günde 50 yıl yaşlanmış bir kadının yüzü. Zamanın dışına fırlamış, gerçek dışı bir dünyadaymış gibi bakan anlamsız bir bakış, boş gözler, ama sanki tanıdık biri… Haberin başlığına baktı: “Gayrimeşru bebeğini evinde doğurup gazete kâğıtlarına sarıp çöpe atarak ölümüne neden olan genç kız yakalandı”. Habere göre, bebeğin sarılı olduğu gazete kâğıtları arasında kızın üniversite sınavına hazırlanmak için gittiği dershaneye ait bir test kağıdı vardı, üzerinde de adı yazıyordu. “Canavar anne” işte böyle yakalanmıştı… Göğsünde bir sıkıntı hissi duydu doktor, oksijensiz kaldığını sandı, gözleri doldu, pencereleri açtı. Sonra geri döndü. Koltuğa oturdu, geçmişe döndü…
Yaklaşık 5 ay önceydi… Fotoğraftaki kız muayeneye gelmiş, başı önde içeri girmiş, sessizce oturmuş ve göz göze gelmekten kaçınarak gebe olduğunu ve bebeğini aldırmak istediğini söylemişti. Sanki bu dünyada değilmiş, sanki konuşan kendisi değilmiş gibi. Bir tiyatro oyununda oynayan ve rolünün gereğini yerine getiremeyen bir acemi oyuncu gibi.. Ezberlediği şeyleri hiç yorum katmadan tekrarlayan bir sanatçı gibi…. Evli değildi, liseyi yeni bitirmiş, üniversite sınavlarına hazırlanıyordu ve mutlaka bu gebelikten kurtulmalıydı. Son adetini ne zaman gördüğünü hatırlamıyordu.
Ultrason masasında genç kızın bombeleşmiş karnını görünce canı sıkıldı doktorun, bebek dört aylıktı. Başına, beynine, ayaklarına, kalbine, ellerine, gövdesine, her yerine dikkatle baktı, her zamankinin aksine bir anomali olmasını, bebeğin kalp hareketlerinin olmamasını isteyerek… Ama hayır, sapasağlam, sorunsuz, sağlıklı bir bebekti. Kız ultrason ekranına hiç bakmadı. Yüzünü diğer tarafa çevirdi ve muayene boyunca ağzını hiç açmadı. Her zaman neşeli olan odada ölüm sessizliği vardı.
Muayeneden sonra doktorun odasına geçtiler. Kız, kocaman yeşil gözleri, bir umutla bakıyordu doktorun yüzüne. Güzel kızım, diye söze başladı doktor, bebek çok büyük, 4 aylık, gerek yasal olarak gerekse etik olarak bu büyüklükte bir gebelik sonlandırılamaz, doğurduktan sonra çözüm yolları aramalısın, üstelik bu konuda çocuğun babasının da sorumluluk ve hakkı var, çözümü birlikte bulmalısınız. Her sorunun mutlaka bir çözümü var, devlet, kurumlar, evlatlık, koruma…
Doğuramam doktor, derdimi kimseye de açamam, bu işin başka bir çözümü yok, çocuğun babasını bu işe karıştırmaya ise hiç niyetim yok diye cevap verdi kız, bu gebelik sonlanacak, bu bebek yok olacak, ne olur yardım et bana. Yoksa yalnızca bu bebek ölmeyecek, ben de öleceğim, daha ötesini hiç düşünemem, düşünemezsin. Ne olur yardım et bana…
Keşke yardım edebilsem diye düşündü doktor, keşke. Kız haklı diye düşündü, bu bebeğin doğması demek, bu kızın geleceğinin yok olması demek. Aslında teknik olarak hiç de zor değildi gebeliği sonlandırmak, ama yasal olsa bile etik değildi. Bir canı almak…. Peki ya bu genç kızın yaşamı, o ne olacaktı? Yardım edemem güzel kızım dedi, sesini iyice yumuşatarak, yasal değil, benim vicdanım da buna uygun değil… Belki başka bir yerde başka bir kişiye yaptırabilirsin, ama ben yapamam ve inan sana yardım edebilmeyi çok isterdim. Kız bir süre sessiz kaldı, sonra gözyaşlarına boğuldu. Acemi oyuncu gitmiş, gerçek kişi gelmişti.. Kapana kısılmış, çaresiz. Doktor kalkıp sarılmak, omzuna batırmak, teselli etmek istedi, yapmadı,yapamadı. Yalnızca ben bu gebeliği sonlandıramam kızım, çok acı deneyimlerin oldu diye bölük pörçük, anlamsız birkaç söz mırıldandı. Ayağa kalktı, kızın yüzüne bakmaya utanarak, kapıyı gösterdi. Ben mahvoldum, ben yaşayamam, ben bu çocuğu doğuramam diye ağlayarak odadan çıktı çaresiz kız. . Doktoru vicdanı, inancı, bebeğin ve genç kızın o anda uzlaşmaz bir karşıtlık içindeymiş gibi görünen yaşamlarına olan saygısı ve çelişkileriyle baş başa bırakarak.
On gün sonra yine doktorun karşısındaydı genç kız, ne olur dedi, yardım et bana, çaresizim. Sanma ki ben bu bebeğe hiç acımıyorum, o benim canım, bir parçam, içimde hareket ettiğini hissediyorum ve içim acıyor, yıkılıyorum. Anlasana mecburum, bilmediğin pek çok şey var, bu bebeğin yaşama şansı yok, nasıl olsa bir şekilde yok olacak, ölecek. Birlikte kimbilir kaç yaşam sönecek..
Doktor kızın karnındaki bebeğin başına bir iş geldiği zaman yalnızca onun değil, ailesinin, bebeğin babasının da hayatının kurtulacağını düşündü, başladığı yere geldi, yapamazdı, yasal değildi. Ya vicdanı… Keşke bebeğin kalbi birdenbire, kendi kendine duruverseydi… Doğru ne kadar değişken diye düşündü doktor, ne kadar oynak. Kişiye göre hiç değişmemesi gerekirken, kişinin bulunduğu tarafa, zamana göre değişen bir şey. Yasaların, kızın, karnındaki bebeğin, babanın ve kendisinin doğruları.
Genç kızı bir daha görmemişti. Gebeliğini uzun süre saklayamazdı, bir şekilde çözdü herhalde, diye düşünmüştü. Belki evlenmiş, belki bebeği bir yolla düşürmüş, belki de doğurup benimsemişti. Belki de… Töre cinayetleri adındaki ilkelliğin önüne geçilemediğini unutmuyordu. Genç kızın sözlerini hatırladı. “Bu bebeğin yaşama şansı yok, yardım et bana. Benim hayatımı kurtar hiç olmazsa.” Korkuyordu. Olayı resmi makamlara duyurmayı denemedi bile. Reşit bir kızın sırlarını saklamak zorunluluğu vardı.
Sonunda olanlar olmuştu, hem de doktorun hiç aklına gelmeyen bir şekilde. Gazetenin yazdığına göre evde, odasında doğum yapmış, bebeğin ölümüne sessiz kalmış, sonra da gazete kağıtlarına sarıp çöpe atmıştı. Ama bir ip ucu bırakmış ve yakalanmıştı işte… Dağılmış, yıkılmış, yok olmuş bir yaşam. Gazeteciye göre, “canavar anne” yakalanmıştı ve cezasını çekecekti. Yakalanmasa ne olacaktı ki… Kendi çocuğunun ölümüne seyirci kalan veya neden olan 18 yaşında bir kız kendinden nasıl kaçacaktı ki? Başkasından kurtulmak kolay olabilir, ama insan asla kendisinden kurtulamaz, sonrasında sağlıklı bir yaşam kuramazdı. Aynalar gerçeği göstermek için vardı her yerde.. Hangi ceza genç kızın bebeğinin ölümü ve sonrasında yok etmeye çalıştığı sırada duyduğu acıdan daha fazla olabilirdi? Polisler arasında görülen resmine bakıldığında 50 yıl birden yaşlanmış, çökmüş yüz bu ağırlığı anlatıyordu işte. Ya genç kızın ailesi, ya bebeğin babası…
Tüm bu olayları engellemek doktorun elindeydi. Genç kız ilk başvurduğunda gebeliği sonlandırsaydı bu olaylar yaşanmayacaktı. Genç kızın dediği gibi bebeğin yaşama şansı yoktu. Hiç değilse kızın yaşamını kurtarabilirdi, hatta kızın ailesinin, bebeğin babasının. Ama yapamamıştı. Çünkü bir bebeğin yaşamına karşın başka bir yaşam… Savaş kuralları gibi. Ölmemek için öldüreceksin, yok olmamak için yok edeceksin… Yapamazdı. Doktor gazeteleri elinden bırakırken keşke diye mırıldandı, keşke kızın istediğini yapsaydım, asla böyle bir şeyi yapamayacağını bildiği halde…
Bir yanda bir doktorun vicdanı ve etiğe bağlılığı, diğer yanda gebeliğini sonlandırmak isteyen genç bir kadın. Sonuç, bebeği doğurduktan sonra sokağa bırakıp ölümüne yol açan “katil” bir anne, vicdanı rahat, ama yine de “keşke” diyen bir doktor. Acı içinde. Keşke……