ADI İNCİLAY’DI.
Adı İncilay’dı. Uzun kirpikleri, kara gözleri, uzun boynu, incecik kolları, öne doğru hafifce bombeleşmiş karnı ve ürkek bakışları garip bir uyum gösteriyordu. Hızla konuşmaya başladı. Doktor amca dedi, ben çok kırıldım,çok incindim. Doktorlardan, insanlardan çok korkarım. Ne olur beni incitmeyin, sert konuşmayın, 5 aylık gebeyim, korkumdan daha hiç doktora gitmedim. Senin bir televizyon konuşmanı dinledim, sevgi dedin, şefkat dedin, kendini hastanın yerine koyan hekim dedin, iyi hekimlik hastanın derdine çare bulmaktır, hastalığı tedavi etmek değil dedin, kendini sevdirdin. İşte dedim kendi kendime, ancak bu amca benim doktorum olur ve kalktım geldim. Ne olur incitme beni doktor amca, ben şimdiye kadar çok incindim……
Doktor kendine amca denmesinden, sen diye söze başlanmasından hiç hoşlanmazdı. Ama beni incitme, ben çok kırıldım diyen, gözlerini gözlerinden hiç ayırmadan ve devamlı kırpıştırarak konuşan bu çocuk gebeye kızamadı,daha fazla ürkütmek istemedi. Sen ne yaşadın ki çok incinip kırılasın diyemedi. İncilay daha 17 yaşındaydı. Ve ürkek bakışlarıyla, yapayalnız karşısında oturmaktaydı. 5 aylık gebeliği olan bir çocuk, tek başına. Doktor gebe kadınların yanında kocası olmadan gebelik kontrolüne gelmesinden de hoşlanmazdı. Garip bir takıntısı vardı. Erkeklerin çocuk sevgisine alışabilmeleri için, babalık duygusunun uyanması için somut bir takım verilere gereksinimi olduğunu ve bununda doğum öncesinde ancak ultrason ile çocuğunu görmesiyle başlayacağına inanmaktaydı. Kadın diye düşünürdü hep, karnında taşıyor çocuğunu, varlığını hissediyor, hareketlerini duyuyor ve anneliğe daha kolay uyum sağlayabiliyor. Ama erkek… Biraz daha somut veri gerek. Eğer bir erkek baba ve koca olmanın sorumluluğunu üzerine alacaksa doktora gelen karısına eşlik etmeli diye düşünürdü. Bazı duygular birlikte üretilmeli, bazı heyecanlar paylaşılmalıydı. Ultrasonla çocuğun şekli, yapısı ve hareketleri birlikte izlenmeli ve sevinç çığlıkları birlikte atılmalıydı.
Kaç yıllık evlisiniz diye sordu, evli olmadığını duyacağından korkarak. 6 aylık evliyim dedi İncilay, ama resmi nikahımız yok. Yakında resmi nikahımız da olacak. Aslında pek vakit bulamadık, yoksa bir sorun yok. Biraz acele ettik. Ve sonra niye acele ettiğini anlattı, gözleri nemlenerek. İzmit’te yaşıyorlarmış. 4 yıl önce babası ölmüş, 1 yıl kadar önce de annesi yeniden evlenmiş. Annesi evlenmekte haklıymış, dul yaşamak çok zormuş, geçim sıkıntıları da varmış. Evlenmenin herkes için bir kurtuluş olduğunu düşünmüş. Başlangıçta her şey güzelmiş, ama yavaş yavaş üvey babasının bakışlarını üstünde yakalamaya başlamış. Her fırsatta kızım benim diyerek sarılması ve ellerini değişik yerlere koymaya çalışması rahatsız eder olmuş. Annesine söylemeye çalışmış, inandıramamış. Birgün açıkca tacizde bulununca evden kaçmış, Adana’da dayısının yanına sığınmış. “Küçücük bir evde 3 çocuğuyla yaşayan dayımın 4. kızı oldum, ama sığamadım eve doktor amca, yük oldum. Komşulardan biri oğluna istedi beni, ben evet dedim, dayım evet dedi. Dini nikah yapıldı. Annem sesini çıkaramadı, Adana’ya gelemedi, gelin kızını damadını göremedi. İlk aydan gebe kaldım. Şimdi karşınızdayım.”
Doktor gebeliğin gelişimiyle ilgili olağan soruları sorup hastayı hazırlaması için hemşire hanıma teslim ettikten sonra 3-5 dakikaya sığdırılan bir hayat öyküsünde ne kadar çok olumsuzluk olduğunu farketti. Bu küçücük, incecik vücutlu ve ince ruhlu kızın yaşadıklarını düşündü. Ne kadar kırıldığını, ne kadar incindiğini anlamaya çalıştı. Gözleri doldu. Yine empatiyle sempatiyi birbirine karıştırmaya başladığını fark etti, kendini toparladı. Kocayı merak etti, İncilay’ı incitmediğini umdu, birlikte gelmediği için kızdı, içeri girdi, olağan gebe muayenesini yaptı. 5 aylık gebelikte ultrason sırasında bebeğin hareketlerini görmenin hala kendisini heyecanlandırdığını, içindeki yaşam sevincini güçlendirdiğinin farkındaydı ve bu duyguyu çocuğunu ilk defa gören anne adayının hayret ve sevgi dolu , bazen sesli bazen sessiz çığlıklarıyla paylaşmayı seviyordu. Ama İncilay’ın yüzünde en ufak bir heyecan, bir sevgi belirtisi yoktu. Sanki orada değildi. Gözlerinde biraz önce konuşurken gördüğü heyecan gitmiş, donuk bir ifade yerleşmişti. Karnındaki o küçücük canlı sanki kendisinin değildi. Hiç ilgilenmiyordu. Cinsiyetini bile sormadı. Sağlıklı mı diye fısıldadı sadece. Evet yanıtını alınca rahatlamış gibi göründü. Bir daha da konuşmadı. Doktorunun yaptığı önerileri sessizce dinledi, kendisini dinlediği ve anladığı için teşekkür etti, 1 ay sonra kontrole geleceğini söyledi.
Sonra bir hayal kapıdan süzüldü, kayboldu,gitti.
Karnında ki 5 aylık çocuğunu ultrasonda görüp sevinmeyen, şaşırmayan, küçük hayret çığlıkları atmayan ilk çocuğuna gebe bir kadın ….Hiç iyi bir işaret değil diye düşündü doktor, hiç iyi bir işaret değil… Bu küçük kadın bu çocuğu istemiyor, umarım yanlış bir şeyler yapmaz. Gözlerinin içindeki pırıltı birden kayboldu, anlatımı donuklaştı, içine kapandı. Kendini kendine hapsetti diye söylendi. Keşke biraz daha yardım edebilseydi. Olma olasılığı olduğunu düşündüğü şeylerden korktu.
Bir ay sonra yine doktorun karşısındaydı İncilay. Daha mutlu görünüyordu. Gözlerini doktorun gözlerinden ayırmadan, kendisini dinleyen, anlayan ve anladığını hissettiren bir doktor bulduğu için çok şanslı olduğunu düşündüğünü belirterek başladı söze. İlk geldiğinde çok korktuğunu, çok incitilen ve kırılan bir kız olduğunu, eğer doktorda hoyrat davransaydı kaldıramayacağını tekrarladı. Doktor hiçbir meslektaşının hastasına hoyrat davranmayacağını anlatmaya çalışırken sözünü kesti ve yine hızlı hızlı konuşarak, ama gözlerini kaçırarak, kocasının da gelmek istediğini ama işlerinin yoğun olması nedeniyle gelemediğini ve selamı olduğunu söyledi. Kocasıyla ilişkisini sordu doktor. İyi diye yanıtladı, iyi, bana iyi davranıyor, iyi bakıyor. Evlilikte iyiliğin ölçüsü iyi davranma mı olmalı diye düşündü doktor, 17 yaşındaki çocuk gebeye bakarak, içindeki fırtınaları anlamaya çalışarak. Sevgi neresinde aşk neresinde bu iyiliğin. Dostluk, arkadaşlık, paylaşım, anlama neresinde. Resmi nikahı sordu, zaman bulamadıkları yanıtını aldı. Üstelemedi, muayene etti, ultrasondaki bebek görüntüsüne olan kayıtsızlığa bir kez daha şaşırdı, gerekli önerilerde bulundu. Adana’da olmaktan mutlu olduğunu, Adana’yı sevdiğini ve buradan hiç ayrılmak istemediğini söyleyen ama bebeği hakkında hiçbir soru sormayan İncilay’ın duygularını paylaştı. Onu dinledi. Yaşamın çok uzun bir süreç olduğunu, kendisinin ise daha çok genç olduğunu ve yaşamın kendisine daha çok güzel şeyler sunacağını, insan yaşamının insanlığa sunulmuş en büyük armağan olduğunu hiç aklından çıkarmamasını söyledi. İncilay’ın yüzündeki gülümseme dondu. Yaşam süresinin göreceli olduğunu, bakış noktasına göre bazen çok kısa olabileceğini söyledi. Birden ayağa kalktı , teşekkür etti.
İncecik bir hayal kapıdan kayboldu.
Bakış noktasına göre çok kısa olabilen yaşam süresi. Kısa yaşam süresi. Doktor ürperdiğini hissetti. İncilay, sonsuzdan gelip sonsuza doğru giden zaman içerisinde göreceli olarak bir insan yaşamının ne kadar kısa olduğunu mu vurgulamak istemişti?Yoksa??
2 ay sonra İncilay yine doktorun karşısındaydı. 8 aylık gebe olmasına rağmen hala çok inceydi. Sanki gebelik süresince hiç kilo almamıştı. Boynu biraz daha uzamış gibi geldi doktora. Karnı çok zarif bir şekilde öne doğru bombeleşmişti. Yüzünde, özellikle gözlerinin etrafında yoğunlaşan ağır makyaj dikkatini çekmişti. Daha önce onu makyajlı görmemişti. Önemsemedi. Durgundu, hüzünlüydü. Geçen ay kontrole gelemediğini, işlerin yoğun olduğunu söyledi. Artık gözlerinin arkası görülmüyordu. Çok konuşmadı. Doktor Ultrason masasında vücudundaki kaybolmak üzere olan mor izleri gördü . Yüzüne dikkatli bakınca ağır makyajın nedenini anladı. Kontrole geç gelmesinin nedenini de kavradı. Şaşırmadı. Ama doktorunun gözünün altındaki bir türlü bütünüyle kaybolmayan morluğu gördüğünü anlayan İncilay’ın gözlerinden yağmur gibi gözyaşları boşalmaya başladı. Böylesine sessiz ağlayıp böyle gözyaşı döküldüğünü daha önce hiç görmediğini düşündü doktor. Hiç konuşmadı, hastasına bir kağıt mendil verdi, sessizce muayeneyi bitirdi. Masada yatmakta olan 8 aylık çocuk gebe İncilay’ı elinden tutup beline destek olarak kaldırdı. Birden İncilay’ın yüzünü sağ omzuna gömülmüş ve hıçkırırken buldu. Beni çok incitti doktor amca, beni çok kırdı. Vücudumdaki morlukların önemi yok, yüreğim paramparça benim. Ben hep incitildim….Kırıldım…Yapayalnızım.. Bıktım. Sözler bölük pörçük anlaşılabiliyordu. Aslında ne anlattığını anlamak için bir dile veya kulağa gerek yoktu. Yürek yetiyordu.
Doktor ne olduğunu sormadı bile. Olma olasılığından korktuğu olaylar başlamıştı. Kendisine bakmasını beceremeyecek yaşta olan gebe çocuğa karnındaki çocuğunu çok sağlıklı bulduğunu, bundan sonra bir anne olarak sorumluluklarının bulunduğunu, anne olmanın çok güzel bir duygu olduğunu ve tüm yaşamını değiştireceğini söyledi. Bu nedenle kendisini çocuğuna yoğunlaştırmasını, başka şeyleri düşünmemeye çalışmasını öğütledi. İncilay dinler gibi yaptı. 10 gün sonra kontrole geleceğini söyledi.
Bir hayal kayboldu, gitti.
İncilay 10 gün sonra randevusuna gelmedi. Doktor endişelendi, evini aradı. Telefonu açan kocası İncilay’ın kendisini terk edip annesinin yanına, İzmit’e gittiğini söyledi. Boşayacağını eklemeyi unutmadı. Doktor resmi nikah bile yapmadın, neyi boşayacaksın diye sormak istedi, soramadı, teşekkür etti, telefonu kapattı. İçini garip bir hüzün kapladı. Sonra aklına olma olasılığından korktuğu şeyler geldi. Bir kez daha içinin ürperdiğini hissetti. Tekrar İncilay’ın kocasını aradı, İncilay’la konuşmak istediğini söyledi, telefon numarasını istedi. Bu işe karışmaması gerektiği yanıtını aldı. Çaresizliğine üzüldü. Sonra günlük işlerine devam etti. Arada bir İncilay aklına gelir gibi oldu. Ne kadar incindiğini anlamaya çalıştı. Sonra unuttu. Yaşam devam ediyordu.
2 ay sonra doktor İncilay’dan bir telefon aldı. Hem şaşırdı, hem sevindi. Sesi çok mutlu izlenimini veriyordu. Çok iyi olduğunu söyledi. Doktor olma olasılığından korktuğu olayın olmamasından dolayı çok mutlu oldu. Bebek nasıl diye sordu. İncilay hiç değişmeyen ses tonuyla “İzmit’e geldikten 7 gün sonra karnımda öldü dedi, sezaryenle aldılar”…… Sesinde ne üzüntü ne kırgınlık. Sanki yüzümdeki et benini aldırdım der gibi “karnımda öldü, sezaryen”…… Doktor yargılamadı, iyi olduğunu duyduğuna sevindiğini söyledi, mutluluklar diledi, telefonu kapadı. Koltuğunda öylece kalakaldı.
Bakış noktasına göre çok kısa olabilen yaşam süresi…. Olma olasılığından korktuğu olay… İncilay…. Devam eden yaşam, yaşamlar…
8 mart öyküleri 4
Aytekin ALTINTAŞ
2.8.2005